22 Haziran 2016 Çarşamba

Grup Maçları Sonunda

Terim’i Pirlo’ya Sormak

Euro 2016 bize gösterdi ki, ülke olarak Fatih Terim’in nasıl bir teknik direktör olduğunu öğrenmek için iki mağlubiyete ve Pirlo’nun –ısıtılan- anılarına ihtiyacımız varmış.

Gerçekten çok ilginç bir ülkeyiz…  2014’de Pirlo’nun kitabı yayınlandığında Terim’le ilgili olumsuz bölümler yer aldı. Bunlar da o dönemde kamuoyunda tartışıldı, konuşuldu… Şimdi, daha önce gündeme gelmiş bir konunun, sırf iki mağlubiyet alındı diye tekrardan servis edilmesi nedir? Fatih Terim’in nasıl bir antrenör olduğunu keşfetmek için sadece Pirlo’nun anılarıyla yetinip, daha önce Milan’da ya da Fiorentina’da çalıştığı oyunculara mikrofon uzatmamak gazetecilik midir?


Pirlo’nun anıları elbette önemlidir ama bunları üstelik de daha önce tartışıldığı halde alınan iki mağlubiyetin ardından tekrardan ısıtıp sunmak ne kadar etik? Alınan galibiyetlerden sonra paylaşılmayan bir bilgi, niçin mağlubiyetlerden sonra paylaşılır? Aynı durum prim meselesi için de geçerli. Şimdi soralım, prim konusunu konuşmak için illa ki iki mağlubiyet mi gerekli? Ödenecek primler turnuva öncesinde bilinmiyor muydu? Madem tartışmalıydı neden turnuva öncesinde gündeme gelmedi, konuşmak için illa neden mağlubiyetler bekleniyor. Biz her meseleyi tartışmak için neden uygun iklimi beklemek zorundayız? Bir başka açıdan bakalım, eğer ki grupta ilk iki maçta Hırvatistan ve İspanya’yı yenseydik aynı primler futbolculara helali hoş edilmeyecek miydi?

Futbolun önemli bir paydaşı medya. O ülkedeki futbolun durumunu görmek için medyaya bakmak yeterli.

Örtüleri Atın!

Milli takımımız alınan iki mağlubiyetin ardından, büyük bir iştahla çıktığı Çek Cumhuriyeti maçından arzu edilen bir skorla ayrıldı. Üst tura çıkmak için artık saatleri sayıyoruz.


Daha önce de yazmıştık, biz CM 01/02’yi çok sevdik ama maalesef futbolda ters giden bir şeyleri değiştirmek için formasyon değişikliği ya da bir iki oyuncunun takıma monte edilmesi yeterli değil. Bu değişikliklerin uzun vadede geçerli olması ancak sizin bir oyun organizasyonunuz varsa anlam kazanır. Bu da ancak turnuva öncesinde sağlanabilirdi, şampiyona devam ederken bunu yerleştirmek pek mümkün değil. Örneğin Almanya oyun planının hücum bölümünü, özellikle 3. bölgede yaptığı patlama niteliğinde, aniden gerçekleşen pas trafiği üzerine kurmuş, üstelik de bunu top tekniği yüksek, gol atabilme becerisine sahip 10 numara olarak da kullanabileceğiniz iki oyuncuyla (son maçta Götze ve Mesut) yapıyorlar. Mesela bu patlama niteliğindeki pas trafiği alışkanlığa dönüştüğünde etkili olur ki bu zaman isteyen bir şey. Bu oturmuş düzende artık siz oyunu daha da etkin hale getirmek için Draxler, Schurrle gibi tercihleri rahatlıkla yapabilirsiniz. Maçın gidişatı ve rakip de tabii ki bunda belirleyici olacaktır.

Dolayısıyla Çek Maçında Emre Mor ile başlamak elbette ki olumlu bir katkı sundu ama bunun meyvelerini almanız uzun vadede pek mümkün görünmüyor, zira Terim’in de dediği gibi turnuvaya pek de iyi hazırlanmış değiliz.


Gerçekçi olalım, golün ardından gelen Çek atakları, Volkan’ın kalesinde devleşmesi, direkten dönen toplar bizim dün geceyi ne kadar da şanslı geçirdiğimizi gösterdi aslında.  Üstelik bu hücumlara ne defansif anlamda direnç koyabildik ne de ileride topu tutabildik. Bizim burada en büyük silahımız coşkumuz ve iki maç sonunda alınan mağlubiyet ve eleştirilerle gelen motivasyonumuz oldu. Terim’in maç sonu da dediği gibi ilk golü bizim atmamız tam bir kırılma anıydı. İlk golü erken bulmasaydık ya da biz yeseydik, şu an çok farklı şeyler konuşuluyor olacaktı.

Evet, tur atlamaya saatler kaldı ama dün akşamki zafer bizim oyun anlamında zaaflarımızın üstünü de örtmemeli.


Ülkede futbol ancak galipken de teknik direktör, futbolcu ve oynanan oyunun eleştirilebildiği, örtülerin kaldırıldığı gün gelişebilir.

14 Haziran 2016 Salı

Bizim Milyonlarca Teknik Direktörümüz


Peşin Not: İş bu yazı, ülkedeki milyonlarca teknik direktörden biri tarafından yazılmıştır.

Milli takımımızın Hırvatistan yenilgisi bir kez daha bir gerçeği ortaya çıkardı: Bizim milyonlarca teknik direktörümüz var.

Daha maçın ilk yarısı biter bitmez, yediğimiz golün de etkisiyle başladık  “Topal orta sahaya, Ozan dışarı, Emre Mor forvet arkası, Hakan göbeğe vs.” Bitmek bilmeyen akıllar, yöntemler, çareler, çözümler. Peki, futbolda yaşanan sorunlara çözüm bulmak bu kadar basit mi?

Elbette ki yediğiniz yemeği beğenip beğenmemek için aşçı olmanız gerekmiyor, kimseye de futbol yorumlamak, fikir yürütmek için de teknik direktör diploması şart değil. Oynanan futbolu beğenip beğenmemek başka, akıl vermek başka. Neden?


Gece gündüz oyuncularıyla beraber olan, yıllarını bu işe vermiş bir teknik direktöre nazaran, hangi oyuncunun hangi pozisyonda oynayacağını daha iyi bilmek mümkün mü? Ya da bizlerin verdiği akılları hoca hiç mi düşünemiyor? Hiç mi saydığımız pozisyonlarda o oyuncuları denemedi?

CM 01/02’yi çok sevdik ama futbol, oyuncuların yerlerini değiştirerek, onların yerine farklı oyuncular deneyerek sıkıntılara çözüm bulabileceğiniz kadar kolay değil.

Bir kere şu bir gerçek, Hırvatistan bizden daha iyiydi. Niçin?

İlk yarıyı düşündüğümüzde gerçekten arzuluyduk ama Hırvatistan’ı izlediğinizde görebilirsiniz ki onlar oyunun iki bölümünü de iyi yapmaya çalıştılar, biz topla daha çok oynayıp üzerlerine gitmeye çalıştıkça, onlar “Biz niye baskı görüyoruz?” demeyip sabırla “Bu bölüm şimdilik böyle oynanacak.” deyip, yarı sahalarını gayet başarılı bir biçimde kapattılar, içine biraz faulle beraber sertlik de katarak. Biz iyi futbolun sadece hücum olduğunu kafamızdan bir parça silmeliyiz. İyi savunma yapmak, boş alanları kapatmak, orta yapma imkânı vermemek vs. bunlar da bir beceri değil mi? İyi futbolun parçası değil mi? Kaldı ki biz onların bu dirençlerine topu hızlı değil ama aceleyle çevirerek aşmaya çalıştık ama maalesef topu boş alanlara, onların çabuk yerleşmeye fırsat vermeyecek pozisyonlara taşıyamadık, çünkü öyle bir futbolcu ya da role soyunacak kimse yoktu.


İlk yarıda dikkat ederseniz Hırvatistan hücumlarının daha sade, akılcı ve yerinde olduğunu görebilirsiniz. Gerek Brozovic, gerekse de Perisic orta yapma imkânını zorlanmadan, boş pozisyonda kalarak elde edebildiler, çünkü onlara o topları taşıyacak, görüş ve sakinliğe sahip Modric ve Rakitic gibi oyuncuları vardı.

İkinci yarıda gönlümüzden geçen değişikliklerin kimisi gerçekleşti, kimisi gerçekleşmedi. Değişmeyen tek şey oyundu. Pozisyon bulamadığımız gibi daha fazla da pozisyon gördük kalemizde. Bir kere oyun tam onların istedikleri kıvama geldi: Balkan ve eski doğu bloğu ülkelerine özgü savunma oyunu, en iyi yaptıkları iş! Onlar sabırla önceden çalıştıkları organizasyonlarını sürdürmeye devam ettiler. Hazırlandıkları derslerini gayet yerinde uyguladılar, doğru savunma, akılcı hücumlar. Topu çok ama çok yerinde kullandılar, çünkü bu ayaklara gerçekten sahiptiler.


Terim ilk maçtaki kötü oyunu görüp çözümler bulacak yeterliliğe elbette sahip ama bunu ne oynadıkları belli, organizasyon sahibi takımlara karşı 3-4 günde bulmak ve yerleştirmek oldukça zor.

Futbol Mehmet Topal’ı orta sahaya çekerek, “Oğuzhan niye çıktı?”, “Emre Mor neden yok?”, “Ozan’ın berberi kim?” diyerek, sorunların çözüleceği kadar kolay olmayan ama basit bir oyundur.

12 Haziran 2016 Pazar

Peşin Peşin...



Not: İş bu yazı, turnuvada işler bizim adımıza kötü gittiğinde neler konuşacağımızı dair bilgiler içermektedir.

Ülke futboluna dair sorunlar çözüm beklerken, muhtemelen biz Euro 2016 boyunca, pusuya yatırdığımız, konuşmak için maçların oynanmasını beklediğimiz, bildik polemiklerle vakit kaybediyor olacağız.

Her ne kadar son hazırlık karşılaşmalarında başarılı sonuçlar elde etsek de milli takıma dair soru işareti taşıyıp, homurdandığımız meselelerden ilki Mehmet Topal’ın stoper bölgesinde tercih edilmesi oldu. Bu durumun bu kadar gündemde kalması, hiç şüphesiz Ömer Toprak’ın milli takıma davet edilmemesinin de bir sonucu.

Terim’i anlamaya çalıştığımızda bunun en mantıklı izahı, kendisinin Topal-Balta ikilisinin gösterdiği bütünlük ve uyumdan memnun olması şeklinde olabilir. Terim eskiden beri bilinir ki, iyi oynayan, sonuç aldığı oyuncuları bozmaya eğilimli bir teknik direktör değil. Ömer Toprak kuşkusuz, mevcut kariyeri itibariyle ve de performansıyla, stoper bölgesinde kağıda ilk yazılacak isim, ancak Terim Topal-Balta ikilisine görünen o ki öylesine inanıyor ki, Gökhan Töre olayı ile beraber, Toprak’ın turnuva boyunca kulübede kalmasının bu ikili üzerinde yaratacağı baskıyı bildiğinden, ilgili eleştiri ve polemiklerden sıyrılmak için, onu baştan kadroya almayarak, sorunu bir şekilde çözmeye ve bu tartışmaların en azından turnuva sonunda yapılmasını sağlayacak bir yöntemi tercih etti.



Son maçlarda gösterdiği formu sebebiyle, aslında bizim de biraz birbirimizle konuşmaya cesaret edemediğimiz bir diğer konu, kaleci konusu. Özellikle son Fenerbahçe maçında ve milli takımın hazırlık maçlarında gösterdiği performansla tartışmalara son noktayı koysa da, yiyeceği ilk hatalı golde bizler maalesef televizyon ekranlarında ve sosyal medyada “Volkan Demirel neden yok? Onu Kıvrak nasıl kulübede durur?” gibisinden polemiklerle vakit kaybetmeye devam edeceğiz.

Kişisel kanaatim şudur, Babacan iyi bir kalecidir, milli takımı hak etmiştir, her kaleci gibi hatalı goller yiyebilir.

Bizim milli takımla ilgili çokça konuşacağımız bir diğer konu da Arda Turan olacak, açıkçası Barcelona’da çok da parlak bir görüntü çizmiyor ve bizim en ufak bir hareketini dahi gündeme getirdiğimiz, eleştirdiğimiz Arda, hazırlık maçlarındaki durağan görüntüsünü sürdürmeye devam ederse, olası olumsuz sonuçlarda gündemde yer işgal etmeye devam edecek.

Euro 2016, Hakan Çalhanoğlu’na yer arayacağımız bir turnuva olacak. Forvet arkası mı? Kanat mı? 4-1-4-1 düzeninde göbekteki ikiliden biri mi? Sonuçlar olumsuz olduğunda hep bunu konuşacağız.


Oğzuhan’dan Beşiktaş ile bu sene yakaladığı formu bekleyeceğiz ve onun bu çıkışında rolü olan Şenol Güneş’ten bahsedeceğiz. Terim’i eleştireceğiz, Oğuzhan’ı neden farklı kullanmıyor diye.

Fenerbahçe ile kopma noktasına gelen ve adı Beşiktaş ile anılan Gökhan Gönül’ün ayağını denk alması gerekir, zira sözleşmesi çok kötü bir zamanda sona ermiş. Yoksa formsuz bir görüntü çizdiğinde, bizler bunu nereye bağlardık? Gözümüz üzerinde Gökhan!

Burak golleri kaçırdıkça Cenk Tosun ve oyunu ileriye taşıyamadıkça ise yeni yıldızımız Emre Mor akıllara gelecek.


Şunu hatırlatmakta fayda var, biz Euro 2012 elemelerini, bu sene yapılacak turnuvaya gruplarından lider çıkarak katılan Belçika ve Avusturya’nın önünde ikinci olarak tamamlamıştık. Play-Off’da Hırvatistan’a kaybettik ve Euro 2012’ye katılamadık. Başarısız ilan ettiğimiz ve sorumlu gördüğümüz Hiddink’i gönderdik.

Euro 2016 eleme grubunda ne oldu? Biz grubumuzu üçüncü tamamladık.

Euro 2012’de ikinci olup Play-Off’da kaybettiği için Hiddink’i kovaladık, bu eleme grubunda üçüncü olduk ve teknik ekip ile oyuncularımız omuzlara aldık, bir mucizeyi gerçekleştirdiler diye. Peki, o günden bugüne ne değişti?

2012’den bu yana futbolla ilgili yönetimsel sorunlarımızı, alt yapı sorunlarımızı, tesisleşmeyi vs. neyi çözdük? Yoksa çözdüğümüz için mi Euro 2016’da varız?

Euro 2012 elemelerinde grupta ikinci oldu diye Hiddink’i göndermeye, Euro 2016 elemelerinde ise üçüncü olup, turnuvaya katılıyoruz diye zafer sarhoşluğuna kapılmaya hakkımız var mı?



Ülke futboluna dair dağ gibi sorunlar henüz çözülmemiş ve gözümüzün içine bakmaya devam ediyor.