Terim’i Pirlo’ya Sormak
Euro 2016 bize gösterdi ki, ülke olarak Fatih Terim’in nasıl bir teknik
direktör olduğunu öğrenmek için iki mağlubiyete ve Pirlo’nun –ısıtılan-
anılarına ihtiyacımız varmış.
Gerçekten çok ilginç bir ülkeyiz… 2014’de Pirlo’nun kitabı yayınlandığında Terim’le
ilgili olumsuz bölümler yer aldı. Bunlar da o dönemde kamuoyunda tartışıldı,
konuşuldu… Şimdi, daha önce gündeme gelmiş bir konunun, sırf iki mağlubiyet
alındı diye tekrardan servis edilmesi nedir? Fatih Terim’in nasıl bir antrenör
olduğunu keşfetmek için sadece Pirlo’nun anılarıyla yetinip, daha önce Milan’da
ya da Fiorentina’da çalıştığı oyunculara mikrofon uzatmamak gazetecilik midir?
Pirlo’nun anıları elbette önemlidir ama bunları üstelik de daha önce
tartışıldığı halde alınan iki mağlubiyetin ardından tekrardan ısıtıp sunmak ne
kadar etik? Alınan galibiyetlerden sonra paylaşılmayan bir bilgi, niçin mağlubiyetlerden
sonra paylaşılır? Aynı durum prim meselesi için de geçerli. Şimdi soralım, prim
konusunu konuşmak için illa ki iki mağlubiyet mi gerekli? Ödenecek primler
turnuva öncesinde bilinmiyor muydu? Madem tartışmalıydı neden turnuva öncesinde
gündeme gelmedi, konuşmak için illa neden mağlubiyetler bekleniyor. Biz her
meseleyi tartışmak için neden uygun iklimi beklemek zorundayız? Bir başka
açıdan bakalım, eğer ki grupta ilk iki maçta Hırvatistan ve İspanya’yı
yenseydik aynı primler futbolculara helali hoş edilmeyecek miydi?
Futbolun önemli bir paydaşı medya. O ülkedeki futbolun durumunu görmek
için medyaya bakmak yeterli.
Örtüleri Atın!
Milli takımımız alınan iki mağlubiyetin ardından, büyük bir iştahla
çıktığı Çek Cumhuriyeti maçından arzu edilen bir skorla ayrıldı. Üst tura
çıkmak için artık saatleri sayıyoruz.
Daha önce de yazmıştık, biz CM 01/02’yi çok sevdik ama maalesef
futbolda ters giden bir şeyleri değiştirmek için formasyon değişikliği ya da
bir iki oyuncunun takıma monte edilmesi yeterli değil. Bu değişikliklerin uzun
vadede geçerli olması ancak sizin bir oyun organizasyonunuz varsa anlam
kazanır. Bu da ancak turnuva öncesinde sağlanabilirdi, şampiyona devam ederken
bunu yerleştirmek pek mümkün değil. Örneğin Almanya oyun planının hücum bölümünü,
özellikle 3. bölgede yaptığı patlama niteliğinde, aniden gerçekleşen pas
trafiği üzerine kurmuş, üstelik de bunu top tekniği yüksek, gol atabilme
becerisine sahip 10 numara olarak da kullanabileceğiniz iki oyuncuyla (son
maçta Götze ve Mesut) yapıyorlar. Mesela bu patlama niteliğindeki pas trafiği
alışkanlığa dönüştüğünde etkili olur ki bu zaman isteyen bir şey. Bu oturmuş
düzende artık siz oyunu daha da etkin hale getirmek için Draxler, Schurrle gibi
tercihleri rahatlıkla yapabilirsiniz. Maçın gidişatı ve rakip de tabii ki bunda
belirleyici olacaktır.
Dolayısıyla Çek Maçında Emre Mor ile başlamak elbette ki olumlu bir katkı
sundu ama bunun meyvelerini almanız uzun vadede pek mümkün görünmüyor, zira
Terim’in de dediği gibi turnuvaya pek de iyi hazırlanmış değiliz.
Gerçekçi olalım, golün ardından gelen Çek atakları, Volkan’ın kalesinde
devleşmesi, direkten dönen toplar bizim dün geceyi ne kadar da şanslı
geçirdiğimizi gösterdi aslında.
Üstelik bu hücumlara ne defansif anlamda direnç koyabildik ne de ileride
topu tutabildik. Bizim burada en büyük silahımız coşkumuz ve iki maç sonunda
alınan mağlubiyet ve eleştirilerle gelen motivasyonumuz oldu. Terim’in maç sonu
da dediği gibi ilk golü bizim atmamız tam bir kırılma anıydı. İlk golü erken
bulmasaydık ya da biz yeseydik, şu an çok farklı şeyler konuşuluyor olacaktı.
Evet, tur atlamaya saatler kaldı ama dün akşamki zafer bizim oyun
anlamında zaaflarımızın üstünü de örtmemeli.
Ülkede futbol ancak galipken de teknik direktör, futbolcu ve oynanan
oyunun eleştirilebildiği, örtülerin kaldırıldığı gün gelişebilir.