Eğer ki çocukluğumuzda
dinlediğimiz masallardaki sihirbazlar futbol oynamış olsalardı, muhtemelen 10
numaralı formayı giyerlerdi.
Onlar zeka
ve doğuştan gelen yeteneklerini harmanlayarak, yapılamayanı yapıp hepimizi
büyüleyen, sanat ve futbol kavramlarını yan yana getirdiğinizde hep bahsi
geçen, futbolu takip etmeyenleri bile ekran başına çeken virtüözlerdir.
Kaptandır onlar,
teknik direktörün saha içindeki vücut bulmuş halidir, çaresiz kaldığınız, maç
öncesi çalışmalarınızın meyve vermediği ve artık sürenin tükenmek üzere olduğu anlarda
inisiyatif alıp kilidi açandır.
Onlar ne bir
defans, ne bir orta saha, ne de bir forvet oyuncusudur. Bir bakmışsınız savunmaya
gelmiş top alıp oyun kuruyor, bir bakmışsınız kanattan orta yapıyor, bir de bakmışsınız
ki altı pasta kafayla gol atıyor... Onlara sahada yer yoktur!
Bir
santrafor, hava toplarındaki zaafını çalışarak giderebilir, bir orta saha
oyuncusu uzun paslardaki açığını ekstra antrenmanlarla kapatabilir, bir defans
oyuncusu pozisyon bilgisini gayret göstererek daha da geliştirebilir. Ancak ne
kadar çabalarsanız çabalayın, yetenek, zeka ve fiziksel özelliklerin bir ürünü
olan 10 numara asla olamazsınız.
90’ların
başından bugüne oynanan futbol değişiyor ve bu değişimden en çok etkilenenler
ise 10 numaralar oldu.
Müptelaları
çok iyi bilirler ki, efsanevi menajerlik oyunu CM 01/02’de, uygun gördüğünüz
futbolcuya ”Free Role” özelliği verebileceğiniz bir seçenek mevcuttur. Bu durum
reelde de 90’lar futbolu itibariyle 10 numaralar için en kabul edilebilir
seçenekti. Oyuncuyu özgür bırakmakta amaç, savunma ve mücadele anlamında
beklentiyi düşürerek, fiziksel olarak güçlü kalmasını sağlayıp, onun sahip
olduğu yeteneklerden en yüksek verimi alabilmekti. Bir dönem milli takımımızı da çalıştıran
Alman teknik adam Sepp Piontek, Danimarka efsanesini yaratırken, 3-5-2
sisteminin mucidi olarak dünya futbolunun karşısına çıktı. 10 numaralar bu
şablonda, ikili forvetin arkasında, orta saha dörtlüsünün önünde uzun dönem kullanıldılar.
Danimarka bu dönemde 84-86-88 organizasyonlarının tümüne katılıp başarıdan
başarıya koşarken, her ne kadar o dönemde 10 numaralı formayı giymese de, bu
bölgede oynayan genç Michael Laudrup’un becerileri, hepimizin gözlerini
kamaştırıyordu. Arjantin 86 Dünya Kupası’nı kazanma yolunda ilerlerken,
Maradona bu bölgede oynayıp, bir futbol tanrısına dönüşüyordu. İsmini
oyuncularımıza lakap olarak taktığımız Enzo Scifo bu sistem içerisinde Belçika
milli takımıyla 86 Dünya Kupası’nda yarı finale erişirken, daha 20 yaşında
adını dünya futboluna altın harflerle yazdırıyordu. Yakından tanıdığımız o
yılların genç Romanyalı’sı Hagi, Steaua Bükreş’teyken, bu bölgede gösterdiği
maharetlerle, 90 Dünya Kupası’ndan
sonra, üstelikte de yabancı sınırının olduğu dönemde Real Madrid’e transfer
oluyordu.
Bununla
beraber 10 numaralar, diamond olarak da ifade edilen 4-3-1-2 dizilişinde de
kendilerine yer buldu. Fiziksel mücadele ve sertliğin henüz ön plana çıkmadığı
o yıllarda, 4-4-2 nin merkezinde bile kullanılan, keyifle izlediğimiz bu zarif
oyuncular, biz futbolseverler için, müsabakaları görsel bir şölene
dönüştürüyorlardı.
Kuşkusuz 10
numaralar yetenekleriyle olduğu kadar zekalarıyla da hükmettiler futbola.
Teknik direktörler, oyunu yönlendirmek amacıyla en çok onlardan yararlandılar.
Platini 80’li yılların ilk yarısında Fransa Milli Takımı ve Juventus için bir
maestroydu. Attığı goller bir tarafa Zico Brezilya için adeta bir beyindi.
Farklı saç sitiliyle hatırladığımız Kolombiya’nın unutulmaz oyuncusu Valderrama
bir orkestra şefi gibi yönetirdi takımını. 88’de efsaneleşen SSCB milli
takımını saha içinde yöneten Mihailicenko, sırtında taşımasa da Lobanovski’nin
gizli 10 numarası değil miydi?
Kuşkusuz 10
numaraları topsuz oyunda düşünmemek, onlara yapılacak en büyük haksızlık
olacaktır. Almanların dinamosu Matthaus sahada basmadık yer bırakır mıydı?
Kızılyıldız efsanesi Stojkoviç’in liderliği yanı sıra mücadeleci yönünü kim
unutabilir?
Ya gol
becerileri? Gullit partneri van Basten’i beslerken, müthiş golleriyle
Hollanda’yı zaferlere taşıyordu. Baggio ve Del Piero gibi 10 numaralar
unutulmaz asistlerinin yanında değişen futbol düzeni içerisinde usta işi
golcüler olarak çıkıyordu karşımıza.
Değişen
futbol düzeni demişken, Bosman kuralı sonrası küreselleşmenin bir sonucu olarak
yerel dinamiklerini yitiren futbol, daha çok savunmaların ve fiziksel mücadelelerin
ön plana çıktığı bir biçim aldı. Gelişen teknolojiyle beraber, sayısal
verilerin kullanılmaya başladığı günümüz futbolunda, eli belinde gezen oyuncuya
yer yok artık. Savunmanın forvet oyuncularından yapılmaya başladığı, herkesin
topun arkasında pozisyon aldığı bir evredeyiz.
2000’li
yıllarla beraber terk edilen üçlü savunma, yerini dörtlü savunma temelli
dizilişlere bıraktı. Teknik adamlar daha çok sertlik, defansı güçlendirmek ve
oyunu kontrol edebilmek adına bir forvet oyuncusundan vazgeçtiler. Genellikle
4-1-4-1 (4-5-1 ve 4-3-3 olarak da ifade ediliyor) dizilişine yönelen
antrenörler orta sahadaki ön liberonun önündeki merkez ikili orta sahanın box
to box diye tabir edilen çift yönlü oyunculardan kurulu olmasını istedikleri
için, ellerindeki 10 numaraları mecburen kanatlara hapsetmeye başladılar. Bu
noktada, günümüzde 10 numaraların en ideal kullanıldığı sistem 4-2-3-1 (4-4-1-1
diye de ifade edebiliriz) olarak karşımıza çıkıyor. Forvetin arkasında,
merkezde ama hiçbir zaman eksikliği tolare edilebilir şekilde değil, terinin son
damlasına kadar mücadele eden, örneğin üçüncü bölgede kaptırdığı bir topu
savunmaya kadar kovalayacak biçimde...
90’ların
ortasında Cruyff’un Barselona ve Van Gaal’in Ajax’da kullandığı alan
savunmasına dayalı, ön liberolu orta sahaya sahip 3-5-2 sistemi, günümüzde 2014
Dünya Kupası ile beraber kimi teknik adamlarca da tekraradan tercih edilmeye
başlandı ve maalesef 10 numaralar bu düzen içerisinde sadece ikili forvetten
biri olarak kullanılabildiler. Misal Zidane, Juventus’a geldiği ilk yıllarda,
Lippi’nin klasik 4-4-2 dizilişi içerisinde Deschamps ile beraber merkez orta
sahayı yönetirken, bir kaç yıl içerisinde bu değişimle beraber daha önde
oynamaya başladı. Roma’da Totti’nin durumu da ondan farklı değildi. Del Piero bu dönüşüm içerisinde kendine
forvette yer buldu. Görüldüğü üzere taktiksel anlamda zaman onların aleyhine
işlemekte.
Zico, Platini,
Maradona, Scifo, Baggio, Matthaus, Hagi, Zidane ve daha niceleri... 80 ve
90’lar futbolundaki yeşil sahanın en güzel renkleriydi onlar!
Eskiye
nazaran çekilmez hale gelen futbolu daha izlenebilir hale getirecek yegane
unsur, tekrardan 10 numaralar olacaktır. Değişim kaçınılmazdır!
10 numara ne forma numarası, ne de pozisyon adı
değildir. 10 numara, futbolun büyücülerine verilen isimdir!
Not: Bu yazı topraksaha.net dergisinin Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştır.
Not: Bu yazı topraksaha.net dergisinin Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştır.