6 Ağustos 2016 Cumartesi

Euro 2016'ya Dair


Eğer ki Euro 2016, izlediğiniz ikinci ya da üçüncü Avrupa şampiyonası ise sizin için pek bir sorun yok ancak Euro 88’den beri futbolun büyüsüne kapılmışsanız vay halinize!
Futbol denen oyun, sayısal verileri bir kenara bırakacak olursak, insanların ortak noktada buluşmasının neredeyse imkansız olduğu, çokça değişkene sahip bir spor dalı.
Euro 2016’da ise futbolseverler ortak bir noktada buluştu, o da bu turnuvanın seyir zevki bakımından  hiç de istenen düzeyde olmamasıydı. Peki niye böyle oldu?

Bosman Kararları Meyvelerini mi Verdi?

1995 yılında yürürlülüğe giren Bosman kuralı ile beraber futbolcuların serbest dolaşım hakkı elde etmesi bir bakıma gelişmiş futbol ülkelerindeki kulüplerin de elini rahatlattı. Örneğin geleceği parlak Polonyalı 17-18 yaşındaki bir futbolcu bir İtalyan devine transfer olduğunda, gelişimi artık kısıtlı ve yerele dair olmayacaktı. Büyük futbol kulüplerinin sağladığı imkanlarla kendini daha fazla geliştirebilecekti ve böyle de oldu. Yan yana oynadığı üst düzey oyuncular, çalıştığı hocalar, kendi ülkesinde kalması halinde belkide yakalayamayacağı düzeyde performanslara  erişmesine imkan sağladı. Artık Polonyalı futbolcunun, İtalyan bir gençle öğrendikleri anlamında bir farkı kalmamıştı. Bunda kuşkusuz 2000’lere doğru ekonomideki küreselleşmenin de rolü fazla. Lafı fazla uzatmayalım. Günümüzde Bosman kuralı meyvelerini vermeye başladı. Artık herkes futbolun doğrularını biliyor ve uyuguluyor. Polonya’lı futbolcu taktiksel anlamda gerek hücumda gerekse de savunmada nasıl durması gerektiğini gayet iyi biliyor ve bunu uyguluyor. Örneğin Arnavutların bile savunma anlamında ne derece üst seviyelerde olduğuna şahit olduk ve üstelik bunu 11 oyuncunun ceza sahasında yığılması biçiminde değil doğru savunma pozisyonu alarak, bir bütünlük içinde gerçekleştirdiklerini gördük. Hatırlayalım, 10 kişi kaldıkları turnuvadaki ilk maçta İsviçre’ye karşı sabırla savunma yaparken bir taraftan da “bu da kaçar mı!” dediğimiz pozisyonlar yakaladılar.


Bu sıkışmayı kırabilecek, farkı ortaya çıkaracak unsurlar...

Futbolun doğruları öğretilebilir ama yetenek doğuştan. Maalesef bu turnuva özellikle uç bölgede oynayan oyuncular bakımından oldukça kısır geçti ve aşılamayan savunmalarda beceri ve zeka ortaya koyacak oyuncu sayısı oldukça azdı. Hücumda ne kadar pozisyon hazırlanırsa hazırlansın, son vuruşlar hep sonuçsuz kaldı.. Örneğin Fransa,  forvetinde 92’de Cantona ile Papin gibi gol makinesi oyuncular varken, 2000’lerde Trezeguet-Henry-Anelka gibi forvetleri izlemişken bugün taraftarlara saç baş yolduran Giroud’ya mahkum durumdalar, yedeği de kendine Meksika’da kulüp bulmuş Gignac. Almanya'da Völler-Klinsmann ikilisini yan yana izledi bu gözler ki kulübede Riedle vardı. Şimdi ise forvetsiz tamamladılar turnuvayı neredeyse. Hiç kadroda düşünülmezken, Beşiktaş ile küllerinden doğan Gomez’e bel bağlandı. Butragueno-Salinas, 2000’lerde Raul –Morientes-Torres gibi efsanelerden Morata’ya kaldı İspanya. Lineker, Shearer gibi devleri izledikten sonra Kane’den gol bekledi İngilizler. Bu liste özellikle yetenek fabrikası eski doğu bloku ülkeleri için daha da içler acısı bir durum ortaya koyuyor.
Takım işleyişine ait görevlerini yapan ama futbolun sihrine dair becerileri vasat oyuncuların eskiye nazaran az sayıda kaldığı bir turnuva olarak hatırlanacak Euro 2016.


Öne Çıkanlar

Muhtemelen şampiyon Portekiz için hiç bir zaman “ama ne futbol oynadılar!” diyemeyeceğiz. 2004’de Yunanistan’ın bile bir karakteristiği, bir tarzı vardı ama ya Portekiz? Düşünün ki turnuvada 90 dakika sonundaki tek galibiyetlerini yarı finalde Galler’e karşı elde edebildiler.
Turnuvaya İzlanda ve Galler damga vurdu diyebiliriz. İzlanda özellikle, taraftarıyla da bütünleşerek, doğru bir futbol oynayıp, terinin son damlasına kadar mücadele ederek futbolseverlerin gönlünü kazandı. Teknik direktör Lagerback gerçekten övgüyü sonuna kadar hak ediyor.
İtalya özelinde ise Conte gerçekten de elindeki kadroyla maksimum verim aldı. Kendi seviyesindeki rakiplere nazaran, hücumda kısıtlı yetenekte oyunculara sahip olmasına rağmen, oyuncularına ezberlettiği hücum organizasyonlarıyla sonuca gitmeye çalıştı. Özellikle ikinci bölgede oyunu kanatlardan kurmaya başlarken, mutlaka ama mutlaka orta sahaya kadar gelen ikili forvet oyuncularıyla topu buluşturdu ve merkez orta sahadan gelen oyuncuların da katılımıyla hücumda çoğalmaya çalıştı. Top her daim forvetin ayağına değdi bu hücumlarda.
Antrenörler dönem dönem başarısız olabilirler ancak şu gerçek ki Conte çalıştığı her takımda mutlaka çok çabalayacak ve bir şeyleri değiştirecek bu belli. Onun yönettiği takımlarda hiçbir şey oluruna bırakılmayacak.
Benim naçizane beğenimi kazanan takım ise Polonya oldu. Kompakt kelimesi bu takım için tam oturuyor desek yalan olmaz. Savunmada ve hücumda hep birlikte hareket etiler. Bu takım, çift forvet oynamanın orta sahada zaaf vermediğini gösteren net bir örnekti bizim için. Forvetten bir oyuncu çıkarıp orta sahayı beşleyince savunmada daha güçlü olmuyorsunuz yani, bunun sayıyla ilgisi yok, bunu bir defa daha gördük. Önemli olan mantalite. Lewa ve Milik top rakipteyken, orta saha yuvarlağına kadar inip rakibi karşıladılar, savunmanın forvetten başladığını gözümüze soktular. Hücumda ise oyun kurulurken hep hareket halindeydi Polonyalı topçular ama buna öyle bir çalışılmış ki bunu bile organize bir şekilde yapıp saha içi yerleşiminde dağınık görünmediler, savunmaya geçişlerde hiçbir zaman pozisyon kaybetmediler. Nawalka belli  ki çok iyi hazırlamış ekibini. Zira penaltılarla Portekiz’e kaybetmeseler final yolu onlar için bu oyunlarıyla gayet açıktı.


Bizim için ise değişen bir şey yok, daha önce de yazdık, futbol yönetimi bu şekilde sürdüğü müddetçe, arada turnuvalara katılıp, çoğunlukla katılamayacağımız dönemler yaşamaya, sanki sorun oradaymış gibi, sürekli hoca değiştirip, sonra tekrar başa dönüp aynı hocalarla çalışmaya devam edeceğiz.