Eğer ki Euro
2016, izlediğiniz ikinci ya da üçüncü Avrupa şampiyonası ise sizin için pek bir
sorun yok ancak Euro 88’den beri futbolun büyüsüne kapılmışsanız vay halinize!
Futbol denen
oyun, sayısal verileri bir kenara bırakacak olursak, insanların ortak noktada
buluşmasının neredeyse imkansız olduğu, çokça değişkene sahip bir spor dalı.
Euro 2016’da
ise futbolseverler ortak bir noktada buluştu, o da bu turnuvanın seyir zevki
bakımından hiç de istenen düzeyde
olmamasıydı. Peki niye böyle oldu?
Bosman Kararları
Meyvelerini mi Verdi?
1995 yılında
yürürlülüğe giren Bosman kuralı ile beraber futbolcuların serbest dolaşım hakkı
elde etmesi bir bakıma gelişmiş futbol ülkelerindeki kulüplerin de elini
rahatlattı. Örneğin geleceği parlak Polonyalı 17-18 yaşındaki bir futbolcu bir
İtalyan devine transfer olduğunda, gelişimi artık kısıtlı ve yerele dair
olmayacaktı. Büyük futbol kulüplerinin sağladığı imkanlarla kendini daha fazla
geliştirebilecekti ve böyle de oldu. Yan yana oynadığı üst düzey oyuncular,
çalıştığı hocalar, kendi ülkesinde kalması halinde belkide yakalayamayacağı
düzeyde performanslara erişmesine imkan
sağladı. Artık Polonyalı futbolcunun, İtalyan bir gençle öğrendikleri anlamında
bir farkı kalmamıştı. Bunda kuşkusuz 2000’lere doğru ekonomideki küreselleşmenin
de rolü fazla. Lafı fazla uzatmayalım. Günümüzde Bosman kuralı meyvelerini
vermeye başladı. Artık herkes futbolun doğrularını biliyor ve uyuguluyor.
Polonya’lı futbolcu taktiksel anlamda gerek hücumda gerekse de savunmada nasıl
durması gerektiğini gayet iyi biliyor ve bunu uyguluyor. Örneğin Arnavutların
bile savunma anlamında ne derece üst seviyelerde olduğuna şahit olduk ve üstelik
bunu 11 oyuncunun ceza sahasında yığılması biçiminde değil doğru savunma
pozisyonu alarak, bir bütünlük içinde gerçekleştirdiklerini gördük.
Hatırlayalım, 10 kişi kaldıkları turnuvadaki ilk maçta İsviçre’ye karşı sabırla
savunma yaparken bir taraftan da “bu da kaçar mı!” dediğimiz pozisyonlar
yakaladılar.
Bu
sıkışmayı kırabilecek, farkı ortaya çıkaracak unsurlar...
Futbolun
doğruları öğretilebilir ama yetenek doğuştan. Maalesef bu turnuva özellikle uç
bölgede oynayan oyuncular bakımından oldukça kısır geçti ve aşılamayan
savunmalarda beceri ve zeka ortaya koyacak oyuncu sayısı oldukça azdı.
Hücumda ne kadar pozisyon hazırlanırsa hazırlansın, son vuruşlar hep
sonuçsuz kaldı.. Örneğin Fransa,
forvetinde 92’de Cantona ile Papin gibi gol makinesi oyuncular varken,
2000’lerde Trezeguet-Henry-Anelka gibi forvetleri izlemişken bugün taraftarlara
saç baş yolduran Giroud’ya mahkum durumdalar, yedeği de kendine Meksika’da
kulüp bulmuş Gignac. Almanya'da Völler-Klinsmann ikilisini yan yana izledi bu
gözler ki kulübede Riedle vardı. Şimdi ise forvetsiz tamamladılar turnuvayı
neredeyse. Hiç kadroda düşünülmezken, Beşiktaş ile küllerinden doğan Gomez’e
bel bağlandı. Butragueno-Salinas, 2000’lerde Raul –Morientes-Torres gibi
efsanelerden Morata’ya kaldı İspanya. Lineker, Shearer gibi devleri izledikten
sonra Kane’den gol bekledi İngilizler. Bu liste özellikle yetenek fabrikası eski
doğu bloku ülkeleri için daha da içler acısı bir durum ortaya koyuyor.
Takım
işleyişine ait görevlerini yapan ama futbolun sihrine dair becerileri vasat
oyuncuların eskiye nazaran az sayıda kaldığı bir turnuva olarak hatırlanacak
Euro 2016.
Öne Çıkanlar
Muhtemelen
şampiyon Portekiz için hiç bir zaman “ama ne futbol oynadılar!” diyemeyeceğiz.
2004’de Yunanistan’ın bile bir karakteristiği, bir tarzı vardı ama ya Portekiz?
Düşünün ki turnuvada 90 dakika sonundaki tek galibiyetlerini yarı finalde
Galler’e karşı elde edebildiler.
Turnuvaya
İzlanda ve Galler damga vurdu diyebiliriz. İzlanda özellikle, taraftarıyla da
bütünleşerek, doğru bir futbol oynayıp, terinin son damlasına kadar mücadele
ederek futbolseverlerin gönlünü kazandı. Teknik direktör Lagerback gerçekten
övgüyü sonuna kadar hak ediyor.
İtalya
özelinde ise Conte gerçekten de elindeki kadroyla maksimum verim aldı. Kendi
seviyesindeki rakiplere nazaran, hücumda kısıtlı yetenekte oyunculara sahip
olmasına rağmen, oyuncularına ezberlettiği hücum organizasyonlarıyla sonuca
gitmeye çalıştı. Özellikle ikinci bölgede oyunu kanatlardan kurmaya başlarken,
mutlaka ama mutlaka orta sahaya kadar gelen ikili forvet oyuncularıyla topu
buluşturdu ve merkez orta sahadan gelen oyuncuların da katılımıyla hücumda
çoğalmaya çalıştı. Top her daim forvetin ayağına değdi bu hücumlarda.
Antrenörler dönem dönem başarısız olabilirler ancak şu gerçek ki Conte
çalıştığı her takımda mutlaka çok çabalayacak ve bir şeyleri değiştirecek bu
belli. Onun yönettiği takımlarda hiçbir şey oluruna bırakılmayacak.
Benim
naçizane beğenimi kazanan takım ise Polonya oldu. Kompakt kelimesi bu takım
için tam oturuyor desek yalan olmaz. Savunmada ve hücumda hep birlikte hareket
etiler. Bu takım, çift forvet oynamanın orta sahada zaaf vermediğini gösteren
net bir örnekti bizim için. Forvetten bir oyuncu çıkarıp orta sahayı beşleyince
savunmada daha güçlü olmuyorsunuz yani, bunun sayıyla ilgisi yok, bunu bir defa
daha gördük. Önemli olan mantalite. Lewa ve Milik top rakipteyken, orta saha
yuvarlağına kadar inip rakibi karşıladılar, savunmanın forvetten başladığını
gözümüze soktular. Hücumda ise oyun kurulurken hep hareket halindeydi Polonyalı topçular ama
buna öyle bir çalışılmış ki bunu bile organize bir şekilde yapıp saha içi
yerleşiminde dağınık görünmediler, savunmaya geçişlerde hiçbir zaman pozisyon
kaybetmediler. Nawalka belli ki çok iyi
hazırlamış ekibini. Zira penaltılarla Portekiz’e kaybetmeseler final yolu onlar
için bu oyunlarıyla gayet açıktı.
Bizim için
ise değişen bir şey yok, daha önce de yazdık, futbol yönetimi bu şekilde sürdüğü müddetçe, arada turnuvalara katılıp, çoğunlukla katılamayacağımız dönemler
yaşamaya, sanki sorun oradaymış gibi, sürekli hoca değiştirip, sonra tekrar başa
dönüp aynı hocalarla çalışmaya devam edeceğiz.